Ne yazık ki evet . ve ne yazık ki sıklıkla baş vurulan bir yöntem diyerek kısaca
cevaplandırabilirim.
Detaya gelince önce korkuyu birde kendi bakış açımdan
tanımlayayım istiyorum.
KORKU insan tabiatının en şayanı takdir motivasyon kaynağı
olmuştur. Kah yenilmeye yüz tutan orduları ölme ihtimaliyle değil ama “şerefi yerlere serilmiş olarak ölen bir
asker olarak anılma korkusu” cana getirmiş.
Kah mizacı sert insanları “hata ederim
korkusu ile kuzu eylemiş” bir duygudur. Örgütsel davranış biliminde söyle
bir olgu vardır ki, topluluklar olumlu
yada olumsuz motivasyon için hep belli dozajda
korku ile terbiye edilmişlerdir.
Korku aynı zamanda en hızlı etki gösteren motivasyon aracı
olarak da kullanıla gelmiştir. Toplulukları kanalize etmek belli yönlere sevk
etmek için alanında başarılı yöneticiler olgudan faydalanmışlardır.
Korku oldukça enteresan şekilde geçtiğimiz yüz yılda savaşa ve
endüstriyel tüketimi teşvik için fazlaca kullanılmıştır.
Korku olgusu, sigara gibi kansere sebebiyet verdiği tescilli
bir ürün için kullanıldığında sonundaki ölüm vurgusu fazlaca ifade edilen
reklamlarda fayda iktiza edilirken,
geçtiğimiz 19. Yy. gıda ürünlerinde tam ters aldatıcı etkiye de
sebebiyet verilmiştir.
Korku ile tüketim davranışları değişebiliyor. Örneğin
memleketimizin endüstriyel sıvı yağlar ve margarin türevleri ile tanıştırıldığı
yılları ele alalım. 1950’li yıllara gelindiğinde II. Dünya savasında gıda savaş
stoklarını bitiremeyen Amerikan şirketleri yeni pazarlar ararken memleketimiz
insanının yegane tüketimi zeytinyağı, tereyağı ve iç yağından
müteşekkildi. Marshall yardımı adı
altında bazı savaş hibelerini birkaç şart ile beraber sunacaklardı. Oda
ellerindeki fazla gıda stoğunun eritilmesi için Türkiye pazarına girişinin
sağlanmasıydı. Gerekli izin ve onaylar alınınca yetkili mercilerden ham yağlar Türkiye’ye
getirildi. İş nefaset ve lezzette tereyağına ve zeytin yağına alışmış türk
toplumunu bu yeni ürünlere kanalize etmek kalıyordu. En hızlı ve etkili yöntem korku en doğru diye
addedilen kişilerce doktorlarca verilmeliydi.
Öyle de oldu doktorlar tereyağının kolesterol denilen sinsi
bir hastalığa sebep olduğu, halk arasında kalp krizine ince hastalığa sebebiyet
verdiği hatta o yıllarda bu kadar bilinirliğe sahip olmayan kansere sebebiyet
verdiği dahi söylenmişti.
Yıllar süren bu kara propaganda ile tereyağı zeytinyağı gibi
Türk damak tadının vazgeçilmezi gıda hammaddeleri yerini margarin ve mısırözüne
bırakmış, bunların üretimiyle hayatının geçimini sağlayan halk geçiminden olmuş
söz konusu şirketler stoklarını bitirmenin ötesinde yepyeni bir pazar kazanmışlardı.
İyice alıştırılan topluluklar artık tereyağı lezzetini
margarine verilen bütirik yağ asitleri ile tereyağı tadında margarinlerle
gidermeye çalışır olmuştu. Bunu bir de “0” kolesterol diye bastırarak ifade
etmelerini hayretle karşılar gıda uzmanları. Neden? Çünkü sıvı yağlarda
kolesterol bulunmaz. Bitkisel yağların hidrojenle katılaştırılması ile elde
edilen yağda kolesterol yoktur. Ama sorun zaten bu değildir. Bitkisel yağlarda
kolesterol bulunmaz.
Sorun hidrojenle sertleştirilen yağlarda damar sertliği
meydana gelme riskinin yüksekliğidir.
Buna da çözüm bulan endüstri sözüm ona kalp dostu margarini
çıkarmıştır. Burada da bir hata yanlış yönlendirme var ne yazık ki. İçine
zeytin yağına kendine has koku ve tadı veren yağ asitlerini ekleyince zeytin yağı tadan margarin
tüketirsiniz hiçbir şekilde değişen bir şey yoktur.
Bunu özellikle kalp rahatsızlığı olanların almasını da
müthis bir kara mizah olarak değerlendirmelidir.
Aksine kalp ve damar hastalığının muhatabı insanlar soğuk
sıkım- taş sıkım diye tabir edilen ege-marmara bölgesinde rahatlıkla bulunan
sızma zeytin yağı bazlı beslenmeye azami dikkat göstermelidirler. Hala bu kara propaganda ya devam eden
firmaları görüyoruz. Yağ konusunu işlerken detaylıca işleneceği için kısa
geçiyoruz.
Bu süre zarfında margarin üretim ve tüketimi ciddi oranlara
ulaşmıştır.
Kalp hastalığı ve hala
ne olduğu sözümona çözülmeyen kolesterol palavrası sebebi ile tereyağı üretimi
diplere vurmuş, asırlık zeytin ağaçları sökülmeye, yakacak odun olarak
kullanılmaya başlanmıştı. 70 li yıllara gelindiğinde yerel üretim dinamiklerini
sorumsuzca teslim eden dönemin yöneticileri bir ironi ile karşılaşacaktı. Türk halkını
endüstriyel yağ ambargosu ile tehdit eden, sebepsiz fiyat yükselten yabancı
iştiraki yağ firmaları karşılayacaktı ki bu bir felaketti. Çünkü artık ne
yeterince tereyağı üretiliyor ne de zeytinyağına her dileyen ulaşabiliyordu.
Ulaşılsa da kısıtlı üretimden fiyatlar almış başını gitmiş durumda olduğundan
hem yerli üretim dibe vurmuş hem de
sağlık harcamaları almış başını gitmişti.
Daha 80 li ve 90 yıllara gelindiğinde asıl margarin ve yüksek
sıcaklıkta ısıtılarak elde edilen, elde edilirken kanserojenik radikaller (trans
yağ)oluşturan endüstriyel sıvı yağlar
( ayçiçeği, pamuk, mısır, kolza)
ve gerçek kalp ve damar sistemi rahatsızlıklarının sebebi margarin ve vita
ismiyle en ücra köylere kadar girmişti.
Hülasa-i kelam,
Hayvancılığı yaygın tarım toplumu olan bir memlekette, korku
propagandası ile giren hidrojene nebati
yağlardan 90 lı yıllara kadar başka bir şey tüketilmemesi hatta dünya
sağlık konjonktürü gereği yasaklanan piyasadan kaldırılan evet
vita benzeri ürünlerin halen azalmışta olsa üretilip satılmaya devam etmesi
alaıcı bir pazarın bulunması bir ironi değil de nedir?
Yediği içtiği ile bedenen ve fikren sıhhat bulan, değer
katan fikirleri ile keyfiyeti artan bir toplum olmamız temennisi ile…
Emin Engin Türk
Gıda Mühendisi
kaynakça,
fao ,food and agriculture organisation statistics dünyada
yıllara göre margarin üretim ve tüketimi
bysd database türkiye’de yıllara göre margarin üretimi
Osman Nuri
Koçtürk. Yeni sömürgecilik açısından gıda Toplum Yayınları 1966.