13 Haziran 2018 Çarşamba

Tired and sad

Çok uzun bir gündü dedim içimden
Yine güneşli bir günde
Eritemedim kalbimin buzlarını
Kıramadım dilimdeki kemiği
Ezemedim aradaki görünmez duvarları
Tek geldim
Tek yürüdüm
Tek dönüyorum
Kimseye diyevek birseyim yok ama yalnız çoğunluğa bütün tavrım
Hani nerede gözyaşı döken,
Yalnızlıktan ölen
Pişmanlıktan eriyen kalpleriniz
Yanı bir şans daha verilse
Bir şansım daha olsa diyenleriniz neredeydi bugünde.
Bir gün daha bitti
Yorgun ve üzgün bir gün
Yanlış trene binmiş olmanın bezgin halleride eklenince
Daha da çekilmez bir gün olmuştu.
Bitmeliydi bitsinde artık.
İletişim tarihinde çok anlamsız bir gündü.


29 Mayıs 2018 Salı

Kilo verilmemizin önündeki en büyük engel İnce bağırsak

Bu yazıdan elbetteki ince bağırsaktan kurtulmamız lazım gibi bir algı oluşmaması lazım zira ince bağırsağımız yediklerimizden içtiklerimizden faydalanmamızı sağlayan seçici geçirgen bir yapı. Bu yapıyı çok iyi muhafaza etmemiz lazım. Bubyapı bşrçok faydalı bakteriyi de bünyesinde bulunduruyor. Bu bakteri populasyonuna biz flora adını veriyoruz. Bu bakteri florası bizim bücüdümüz için yararlı mineran ve yapı tsşlarını iyice çözünmüş olan mide bulaşığından alabiliyor. Tek ama en büyük düşmanı gluten. Gluten nedir hocam söyleyin tüketmeyelim dediğinizi duyar gibiyim. Tabiki ama bu biraz irade istiyor. Çelik gibi bir irade alternatif bir yemek düzeni. Disiplinli bir yaşam tarzı eskiye dönüş. Olmamız gereken düzene bir u turn. Tama evet uzatmayalım. Gluten dostlar "un" maddesinin  girdiği her yerde, unlu mamullerle karşılaşılan her yerde bulunuyor. Bu turk halkı için çok mu ulaşılmaz geldi. Öyleyse 2. Opsiyon ise 50 yıldır modifiye dna sı değiştirilmiş buğday yiyen un tüketen bizlerin dna sı değiştirilmemiş 14 kromozomlu siyez buğdayına dönmemiz, siyez buğdayının ununu tuketmemiz. Ama bu dönüşe kadar da ince bağırsağımızı eski sağlıklı haline getirmemiz lazım. Bu seriye zaman buldukça devam etmek istiyorum.


7 Mart 2018 Çarşamba

Gıdada Ambalaj olarak aluminyum kullanmak İntihardır

ALÜMİNYUM TEHLİKESİ
Dr. ÖZGÜR ŞAMİLGİL
(İç Hastalıkları Uzmanı)

Beyin, karaciğer, tiroit, akciğer, kemik ve böbrekler risk altında! Birçok ağır metal, insan vücudunda birikerek uzun vadede başta kanser olmak üzere bağışıklık sistemini zayıflatarak kronik hastalıklara neden olabiliyor.

.
Alüminyum ise hafif metal sınıfına dahil bir element.
Vücudumuzda yok denecek kadar az bir işlevi olduğu biliniyor. Toprakta, havada, suda, bitkilerde bulunuyor.
.
Sanayi devrimiyle beraber eski dönemlerden çok daha fazla alüminyuma maruz kalan insan, yeni bazı hastalıklarla karşı karşıya geliyor.
.
ALZEHEİMER..............BUNAMA
Alzheimer da bunlardan biri ve beyinde alüminyum birikimiyle ilişkili olduğu düşünülüyor.
.

Bir çeşit bunama hastalığı olarak tanımlanan Alzheimer beyinde sinir hücrelerinin çalışmasını bozan protein birikiminin (plakların) neden olduğu bir hastalık olarak tanımlanıyor ve giderek de artıyor.
...
Gerçek nedeni hâlâ bilinmiyor.

Son yıllardaki araştırmalar belki de bizi cevaba biraz daha yaklaştırıyor.
.
Alüminyum birikiminin sebep mi sonuç mu olduğu tartışılıyor.
Bazı araştırmacılar alüminyumun, Alzheimer sonucu ölen beyin hücrelerinin atıklarının üzerine çöküp biriktiğini, bazılarıysa beyin hücrelerinin alüminyum birikimimden dolayı hasarlanıp öldüğünü düşünüyor.
.
Yüksek miktarda alüminyum katılmış besinlerle beslenen farelerde Alzheimer belirtilerinin ortaya çıkması son iddiayı destekliyor.
.
Alüminyumla nerelerde karşılaşıyoruz?
.
SANAYİ İŞLETMELERİNDE , BÖLGELERDE
Sanayi: Maden işletmeleri ve alüminyum fabrikalarından havaya karışan tozlarla hava kirliliğine bağlı olarak solunum yoluyla ve ciltten emilerek vücuda alınıyor.
.
.
Bu sektörlerde çalışanlar başta olmak üzere yakın çevresinde oturanlar risk altında görülüyor.
.
Ayrıca asidik yağmurlarla toprağa, bitkilere ve suya karışıyor. 
.
GIDALARDA
Gıdalar: Hazır çorbalar, hamur kabartma tozları, çikolata, kek benzeri unlu mamuller, toz kahve kreması, uzun ömürlü peynir ve hamurişi ürünlerde yüksek oranda alüminyum bulunuyor.
.
.
PİŞİRME KAPLARI ..FOLYOLAR
Pişirme kapları ve gıda ambalajı: Alüminyum ambalaja sarılı hazır gıdalar da bekledikçe çözünme nedeniyle alüminyum tozu içeriyorlar.
.
TENEKE KUTULAR
Gıdaların asit veya bazik özelliği alüminyumu çözücü etki gösterdiğinden, teneke kutu kola, meşrubat ve meyve suları, alüminyum karton kutudaki içecekler de bu açıdan riskli görülüyor.
.
TENCERELER
Alüminyum tencerelerde veya alüminyum folyaya sarılarak pişirilen yiyeceklerde ise ısının derecesi ve pişirme süresinin uzunluğuna bağlı olarak gıdaya karışan alüminyum miktarı yüzde  100 ila 400 kadar artıyor.


4 Mart 2018 Pazar

Pek bilinmeyen ama en yaygın tehlike = CANDIDA

DÜNYAYI TEHDİT EDEN MANTAR ; CANDİDA
.
CANDİDA MANTARININ ÇOĞALDIĞINI GÖSTEREN BELİRTİLER

1 -   Kadınlarda genital bölgede kaşıntı ve akıntılar, sık mesane enfeksiyonu, erkeklerde prostatit
2 -   Giderek artan nefes darlığı, astım nöbetleri (mantarın akciğere bulaştığının göstergesidir)
3 -   Bağışıklık sisteminde zayıflama, buna bağlı enfeksiyon artışı
4 -   Sürekli tekrarlayan düzensiz burun tıkanıklığı, alerjik rinit
5 -   Mide asidinin azalmasına bağlı oluşan hazımsızlık
6 -   Mantara bağlı mikotoksin zehirlenmesiyle migren, panik atak davranışlar ve sinirlilik hali
7 -   Sık tekrarlayan ve değişen kabızlık veya ishal durumu
8  -  Genel enerji düşüklüğüne bağlı cinsel istekte azalma
9  -  Akne, sivilce artışı, saç dökülmesi ve saçlarda yağlanma
10 -  Ayak-el tırnaklarında ve kasıkta mantarın varlığı
11 -  Depresif bir hal ve uyuşukluk, konsantre olamama, unutkanlık
12 -  Sindirim sorunları ve sık gaz oluşumu
13 -  Mantarın bağırsaktaki şekeri tüketmesiyle artan şeker isteği buna bağlı karbonhidrat veya mayalanmış gıdalara aşırı istek duyma
14 -  Karındaki gazın diyafram kasını akciğerlere iterek baskı sonucu oluşan nefes darlığı
15 -  Dilde ve dişte yapışkan beyaz tabakalar
16 -  Alkol kullanılmadığı halde ağızda alkol kokusu
17 -  Alerjik astım, egzema, polen alerjileri ve yoğun kaşıntılar
18 -  Eklem ve kas ağrıları fibromiyalji (yumuşak doku romatizması)
19 -  Kalpte sıkışma hissi
20 -  Mantarın pankreas ve safra karaciğer enzimlerini azaltmasıyla birlikte sindirimin eksik olmasına bağlı olarak gaitada yağlanma, ağır koku ve sindirilmemiş yapılar.


CANDİDA MANTARININ OLUŞUMUNA ZEMİN HAZIRLAYAN ETKENLER;

1-   Güçlü bir antibiyotik veya kortizon kullanmış olmak
2-   Katkı maddeli ve işlenmiş hazır gıdaların kullanılması, fast food
3-   Uzun dönemli anti asit ilaç kullanımı
4-   Whey protein gibi hazır sporcu içecekleri kullanımı
5-   Doğum kontrol hapları, erkeklerde steroid kullanımı
6-   Hepatit ve AIDS gibi hastalıkların varlığı
7-   Tip 1 ve Tip 2 diyabet hastası olmak
8-   Bağışıklık sistemi zayıflıkları (Aids, Ms gibi)
9-   Uzun yıllar klorlu su içilmesi 1
10- Ağır metallere bağlı bağışıklık sistemi yetersizliği (örneğin civalı amalgam diş dolguları
11- Yoğun et tüketimine bağlı parazit aktivitesiyle gelişen mantar
12- Uyuşturucu kullanımıyla gelişen sindirim bozukluğuna bağlı mantar gelişimi
13 -Yoğun küf barındıran ortamlar da yaşamış olmak. Eski kitaplar, eski yatak ve eski halı ve mobilyalar yoğun küf barındırır ve bağırsak florasını bozabilir. Özellikle bazı astım türlerinim oluşmasının en büyük sebebi kapalı ve küflü ortamlarda yaşamaktır.
14- Kimyasal temizlik ürünlerine maruz kalmayla oluşan bağışıklık sistemi sorunları (örn; çamaşır suyu, sıvı sabunlar,bulaşık kremleri vs)
15- Sezaryen doğuma bağlı bebeklik çağından itibaren bağırsak florasının sağlıksız olması
16-Yoğun stres (Stresin yoğunluğu hücre içi iyon kanallarının işleyişini bozarak her türlü kronik hastalığa yol açabilir)
17- B 12 eksikliğine bağlı sindirim bozukluğu tek başına candida hastalığına yol açabilmektedir.
.



.
Nasıl oluyor da kronik sindirim sistemi hastalıklarına yol açabiliyor ?
.
Çok detaylı bir konu olmakla birlikte özetlersek mantar;ince bağırsaktaki un, karbonhidrat, şekeri etil ve metil alkol gibi çok zehirli kimyasallara dönüştürür.
.

Kana karışan bu kimyasallarla organizma içten içe zehirlenmeye başlar ve zamanla durum daha da ağırlaşır.
.

Mantar çoğaldıkça doğal faydalı bakterileri kolonisinin azalmasıyla besinler uygun şekilde yeteri kadar sindirilemez.
.

Sindirimdeki bozukluk bedenin esansiyel mineral ve vitaminlerden faydalanmasını engellemektedir.
.
Mantarın şekeri kullanmasıyla ortaya çıkan toksik yapılar endokrin hormon sistemini bozarak, astıma ,burun tıkanıklıklarına,mide ve safra salgılarının zayıflamasına, sindirim güçlüğüne,bağışıklık sistemi hastalıklarına ve alerjiye yol açar.
.

Mantarın ürettiği toksik maddeler beyin fonksiyonlarını bozarak sersemlik, baş dönmesi, unutkanlık, depresyon, uyku bozuklukları gibi farklı şikayetleri yol açabilmektedir.
.
Candida Mantarı tarafından salgılanan gliotoksin hormonu vücudun bağışıklık sistemini bozarak zamanla kısır bir döngüye yol açar.
.

Bu durum da mantar enfeksiyonu kronik bir hal alarak tüm bedene yayılır.
.

Candidanın salgıladığı Asetaldehid maddesi kırmızı kan hücrelerin işlevini bozarak dokulara oksijen taşınmasını azaltır bu durumda beyinde ve özellikle dalakta problemler oluşur.
.


28 Şubat 2018 Çarşamba

Bağırsak sağlığı = bedenin sağlığı






BAĞIRSAKLAR BORU DEĞİLDiR !..
..
Çok değil ;15- 20 yıl öncesinde bağırsaklara sadece boşaltım organı olarak bakılırdı
Besinlerin gelip geçtiği yer .
Upuzun kıvrım kıvrım borular !..
..
Bağırsak tıkanıklığı
Bağırsak düğümlenmesi
Bağırsakları temizlemek
Bağırsakları yıkamak
Bağırsakları çalıştırmak
Bağırsakları açmak
Bağırsakları dezenfekte etmek
Bağırsakları ....
..
Boru ile ilgili ne kelime varsa onlar kullanılarak tarif edildi ortaya çıkan  durumlar.
Oysaki bağırsaklar üzerine ortaya çıkan yeni gelişmeler ,onun bağışıklık sisteminin temeli olduğu bilincini geliştirdi.
..
2.BEYİN
Hatta daha ileri aşamalarda 2. Beyin adı verildi.
Metabolizmamızın tamamen idare edildiği yer.
Bütün vücut sistemlerinin merkezi.
..
Besinler hakkında; sadece yenilir içilir işlevlerinin dışında içerikleri ile sağlığımızı ne kadar etkiledikleri konusunda müthiş bir bilinç sıçramasından bahsedebiliriz.
..
Artık gıdalara ezberlenen anlayışlar ile damak tadı denilen aldatıcı yönleri ile bakmak anlayışı terkediliyor.
..
Yediğim yemek ,içtiğim içecek benim sağlığımı nasıl etkileyecek ?
Bu doğru sorunun doğru cevapları aranır oldu hep !..
..
Artık doğru bir yolun açıldığını çok iyi biliyoruz.
Bu yolda baş döndürücü bir hızla ilerliyoruz.
..
Bağırsaklarımızdaki probiotikleri konuşmaya başladık artık.
Bağırsaklarımızda bulunan mikroorganizmalar hangi gıdalarda bulunuyorsa bunları arıyoruz.
Seçeneklerimizin önceliği probiotik gıdalar oldu..
..
FERMENTASYON
Probiotik gıdaların sağlığımız için kritik önemide kavrıyoruz.
Hastalanmamak için probiotik gıdalar önleyici ilaç gibi..
Fermentasyon denilen mayalama dediğimiz döngünün bir yaşam döngüsü olduğunu öğreniyoruz.
Besinler aslında mide ve bağırsaklarımızda mayalanıyor yani  fermente oluyor. Değişiyor ,dönüşüyor,sindirilebilir bir hale geliyor.
..
Bu besinlerin daha ağzımıza girmeden mideye inmeden bağırsaklara doğru yola çıkmadan önce değişemsi dönüşmesi ve sindirilebilir hale gelmesi mayalanma.
Çok daha rahat ve kolay emilim yapılabilmesi için gerekli bir işlem.
..
Fermentasyonu daha çok öğreneceğiz.
Fermentasyonu gerçekleştiren probiotik bakterileri daha yakından inceleyeceğiz.
..
BAĞIRSAKLAR BORU DEĞİL , 2. BEYİN..


15 Şubat 2018 Perşembe

Şu tahıl odaklı beslenmenin başımıza nasıl musallat edildiği hakkında detaylı

20. Yy son ceyregınden buyana 43 yılda dünyada ve tüm türkiyede aşırı kilo aldıran, karaciger ve metabolizmayı altüst eden şu karbonhidrat orijinli beslenme rahatsızlığının tahıl odaklı empoze edilen beslenme piramidi nereden ve nasıl basladığı konusunu merak edenler için
güzel sarih bir cevap niteliğinde...paylaşıyorum

NASIL BU HALE GELDİK ?

Ceren Yavuz 
.
Beslenmenin şu an geldiği noktayı anlamak, beslenme adına geçmişte neler olduğunu ve günümüze nasıl gelindiğini görebilmek için “beslenme tarihi”ne göz atmakta yarar var, diye düşünüyorum.

Amerika, bilim alanında, birçok   ülkeye, dolayısıyla da ülkemize örnek olmuştur. “Beslenme” konusunda da bu değişmemiş, tüm dünyaya örnek olmaktadır.
:
Aslında her şey 1950’lerde başlıyor… O zamanlar ABD’de en çok ölüme yol açan hastalık kalp kriziydi.
.
1950’lerde Devlet Başkanı Eisenhover’ın da kalp krizi geçirmesiyle tüm bilim adamları çalışmalarını bu alana yoğunlaştırdı.

Binlerce bilim adamı arasından bir tanesi sivrildi.
:
Ancel Keys isimli bir biyolog, kalp hastalıklarının nedenini beslenme yoluyla alınan fazla yağ olarak gösterdi.

Ancel Keys kandaki fazla kolesterolün, kalp hastalıklarının ana nedeni olduğunu iddia etti.
.
Beslenme yoluyla alınan yağların kandaki kolesterol ile bağlantılı olduğu için Keys, beslenme yoluyla alınan yağ ile kalp hastalığı bağlantısını araştırmaya karar verdi.

Yani birbirinden bağımsız iki doğru vardı ve bu iki doğru birbiriyle bağlanmaya çalışıldı.

Yiyecekteki yağ -> Kandaki kolesterolü yükseltiyor.

Kandaki kolesterol arttıkça -> Kalp hastalığı riski artıyor.

ÖYLEYSE

Yiyecekteki yağ -> Kalp hastalığı riskini arttırıyor.

Keys kendi hipotezini kanıtlayabilmek adına, birçok farklı ülkeden toplanmış verileri inceledi ve sonuç olarak “Seven Countries Study” (Yedi Ülke Çalışması)’i yayınladı. Bu çalışma, beslenme yoluyla alınan yağlarla kalp hastalıkları arasında belirgin bir bağlantı gösteriyordu.

En çok yağ tüketen ülkeler aynı zamanda en çok kalp hastalığı görülenlerdi.

Her şey çok net değil mi?
Yağ her şeyin sorumlusu.
Ama….

Gözardı edilemeyecek bir faktör var.
Keys bu çalışmayı yaparken aslında elinde yirmi iki ülkeye ait veri varmış ve sadece yedi ülkeye ait veriyi kullanmış. Tahmin etmesi zor olmayacaktır ki seçtiği 7 ülke de kendi hipotezini destekleyen verilere sahip olan ülkelerdi. Ancel Keys hipotezini kendi çalışmasıyla kanıtlamış oldu.

Keys’in kendine 7 ülke seçmesi ve diğer 15 ülkeyi göz ardı etmesi, bilim adamlarının gözünden kaçmadı.
:
Keys’in data manipülasyonu yaparak doğru bir sonuca ulaşmadığını düşünen bilim adamları 22 ülkeye ait tüm veriyi analiz ettiklerinde yağ, kolesterol ve kalp hastalığı bağlantısının tamamen yok olduğunu gördüler.

Ancel Keys’in çalışmasını sorgulayanlardan biri de John Yudkin isimli bir İngiliz biyokimyagerdi.
:
Yudkin, Keys’in de elinde bulunan 22 ülkeye ait verileri çok daha detaylı bir şekilde analiz etti.
.
Yağdan gelen kalorilerin, farklı tür yağların, beslenmedeki protein ve karbonhidrat oranlarının kalp hastalığıyla bağlantısına baktı.
.
. Ve sonuç olarak Keys’in hipoteziyle pek de alakası olmayan bir sonuçla karşılaştı.
.
Kalp hastalığıyla ciddi bir bağlantısı olan tek besin… “ŞEKER”di. Yudkin o devirde bu bulgunun üzerine çok fazla gitmedi.
.
Dikkat çekmeye çalıştığı nokta, yağın suçlu olma ihtimali kadar şekerin de suçlu olma ihtimali olduğuydu.
.
Ancel Keys’in çalışmasında seçilen 7 ülke İtalya, Yunanistan, Yugoslavya, Hollanda, Finlandiya, Japonya ve ABD’ydi. Keys’in yaptığı data manipülasyonunu fark eden başka bilim adamları farklı bir grup ülke seçerek farklı bir hipotez kanıtlamanın mümkün olduğunu savundu.
.
Hatta Malcolm Kendrick isimli bir İngiliz doktor, Keys’in elindeki verileri kullandı, başka bi grup ülke seçerek daha çok doymuş yağ ve kolesterol tüketildikçe kalp hastalığı riskinin azaldığını kanıtlamanın bile mümkün olduğunu gösterdi.
.
Keys oldukça zeki ve çevresinde sevilen bir kişiydi.
.
Bu nedenle Keys’e karşı olan fikirlere kulaklar tıkandı, çoğunluk Keys’in tarafında olmayı tercih etti.
.
Ancel Keys, American Heart Association (AHA) yani Amerikan Kalp Vakfı’nın beslenme danışma komitesinin bir üyesiydi ve çalışmasındaki yanlışlıklara rağmen teorisi 1961’de yayınlanan AHA beslenme kılavuzunda yer buldu.



..



Bu dönemde Keys’in yağ ve kolesterol ile ilgili teorileri bilimsel dünya dışında gerçek hayatta çok fazla bilinmiyordu.
.
1970’lerin sonunda USDA (ABD Tarım Bakanlığı)’dan Carol Tucker Foreman, USDA’nın beslenme konusunda yeni bir kılavuz yayınlamasının zamanı geldiğine karar verdi.
.
Bu kılavuz için Ancel Keys’le benzer görüşleri paylaşan Harvard’lı beslenme uzmanı Mark Hegsted’e danışıldı.
.
Hegsted düşük yağlı beslenmenin kalp hastalıklarını önleyeceğine inananlardandı.
.
.USDA, 1980’de Using the Dietary Guidelines for Americans isimli bir klavuz yayınladı.



Time-Magazine-Cholesterol-1

(Time Dergisi, 1984)



Bir süre sonra low-fat yani düşük yağlı beslenme dünya çapında sağlıklı beslenmenin bir numaralı şartı oldu.
.
Gıda firmaları her ürünün düşük yağlı, sıfır kolesterollü “kalp dostu” versiyonunu üretmeye başladı.
.
O zamanlar kimse ürünlerin içinden yağ çıkarıldığında yerine oldukça yükek miktarda işlenmiş karbonhidrat ve şeker konulduğunu umursamadı.
.
TEREYAĞI ŞEYTAN MARGARİN MELEK
Tereyağı bir anda şeytan oldu, margarin ise iyilik meleği olarak tereyağının koltuğuna oturdu.

Çok daha sonra anlaşıldı ki iyilik meleği sandığımız margarin oldukça zararlı olan trans yağ anlamından bir hayli zenginmiş meğer.
Tereyağı ise onlarca yıl boşuna suçlanmış.

-Kolesterol içeriği yüksek diye yumurtadan korkulmaya başlandı. “Günde bir taneden fazlasını yemeyin, hatta kalp hastaları hiç yumurta tüketmesin!” dendi.

-Et, tavuk, balığın yağsızı, süt ürünlerinin lightı makbul görüldü.

Tüm bu besinlerin ve doymuş yağların aklanması ise ancak 30 sene sonra gerçekleşti.









Yukarıda anlattıklarıma paralel olarak gelişen başka bir yön daha var aslında…

2. Dünya Savaşı’ndan sonra açlığın ne demek olduğunu anlayan insanlar, bir daha asla açlıkla yüzleşmek istemediler. Ucuz besine ihtiyaç vardı ve bunu tek mümkün kılan yol, tahıl ağırlıklı beslenmeydi.
.
Bunu mümkün kılmak için tahıl gurubunda düşük vergilendirme yoluna gidildi. 1973’te ABD’de Nixon bir seçim propagandası olarak “ucuz yiyeceği” kullandı.
.
Böylece bir daha hiçbir Amerikalı açlık çekmeyecekti. Akabinde 1975 yılında ucuz maliyetli ve oldukça lezzetli Japon buluşu yüksek fruktozlu mısır şurubu Amerika piyasasına girdi.
.
Böylece yiyeceklerin maliyeti düşerken halkın da karnının doydu.

Bunların üzerine yukarıda bahsettiğim gibi USDA, American Medical Association ve American Heart Association 1980’de beslenmedeki yağın azaltılması gerektiğini tavsiye etmeye başladı ve bu da başta Amerika olmak üzere birçok ülkeyi kaçınılmaz sona götürdü.

Eminim ki bir çoğunuz USDA tarafından 1992’de yayınlanan bu beslenme piramitini görmüşsünüzdür.



.

Bu beslenme piramiti, daha önceki tavsiyelerin halk tarafından yeterli derecede anlaşılamamasından dolayı kolay bir format olarak görülmüş ve bir çözüm olarak ortaya çıkmıştı.
.
Görüldüğü üzere bu beslenme piramiti karbonhidrat içeriği tarafından oldukça yoğun. 1970 ve 1980’li yıllarda yüksek karbonhidrat ve düşük yağlı beslenme üzerine yapılan bolca araştırmanın ürünüydü aslında bu piramit.

Basit olmasına karşın beslenme piramiti, maalesef besin ihtiyaçlarında kişiler arası görülebilecek değişiklikleri pek de önemsememişti ve herkese uyabileceği düşünülen yüksek karbonhidrat, düşük yağlı beslenme modeline gidilmişti.
.
Halbuki kişiden kişiye değişen, hangi makrobesinin nasıl işlendiği, ne kadar fiziksel aktivite yapıldığı ve kültür farklılığından dolayı ne tür besinler tercih edildiği gibi göz ardı edilemeyecek farklılıklar vardır beslenmede.



.

2005 yılında beslenme piramitinin yeni versiyonu My Pyramid yayınlandı. My Pyramid bir takım farklılıklar içerse de halen önceki piramite oldukça yakın bir içeriğe sahipti.

Bu yeni versiyon piramitte tahıllar görüldüğü üzere piramitin sol tarafını ele geçirmiş durumda.
.
Bu yeni piramitin 1992’de yayınlanan piramitten farkı ise işlenmiş yerine “tam tahıl”ları önermesi.





Bütün bu uğraşların nedeni daha sağlıklı bir topluma ulaşmaktı. Başta kalp hastalıkları olmak üzere beslenmeyle alakalı hastalıkların görülme sıklığını düşürmek, insanların yaşam kalitelerini arttırmak ve ömürlerini uzatmak, bu hastalıklarla ilgili sağlık giderlerini düşürmekti.

Peki 1980 itibariyle neler olduğuna bir bakalım?

.

-1980 ve 2000 arası Amerika’daki obezite oranı ikiye katlandı. (1)
.
-2000 sonrasında da bu oran artmaya devam etti.
.
-1980’den beri sadece obezite değil, fazla kiloluların da oranı arttı. 1980’den itibaren günümüzde çocuk ve gençlerdeki fazla kilolu oranı üçe katlandı.
.
-Günümüzde Amerika’da nüfusun %34.9’u obez ve %70’i ya fazla kilolu ya da obez. (2)
.
-Tip-2 diyabet, bir zamanlar yetişkin insan hastalığı olarak bilinen hastalıktı fakat artık çocuklarda da görülüyor.
.
-Böyle giderse 2050 yılında Amerika’da her 3 yetişkinden birinin tip-2 diyabetli olacağı öngörülüyor. (3) (Tip-2 diyabet vakalarının % 91’inin önlenebilir (4) olduğunu aklımızın bir kenarında tutmakta yarar var.)
.
-Tarihte ilk defa Amerika’lı genç nesilin kendi ebeveynlerinden daha az yaşayacağı öngörülüyor. (5)
.
Bunları üst üste koyunca bir yerlerde bir şeylerin ters gittiğini görmemek neredeyse imkansız.


.

Amerika 2011 itibariyle beslenme piramiti yerine My Plate yani sağlıklı tabak sistemine geçmiş bulunuyor.
.
Bu sistemde ise görüldüğü gibi bütün besin gruplarından eşit miktarlarda tüketilmesi tavsiye ediliyor.



Peki yanlışlık nerede?

Şimdi işin bilimsel kısmına biraz yakından bakalım.

Beslenme piramiti yıllar yılı değişmesine rağmen değişmeyen tek gerçek tahıl grubunun yani karbonhidratların diğer besin gruplarına göre baskın olmasıydı.

Bildiğiniz üzere karbonhidratlar aslında sadece tahıl ürünlerinde değil, sebzelerde, meyvelerde ve süt ürünlerinde de bulunur. Bu şekilde My Pyramid isimli beslenme piramitinin son versiyonuna baktığımızda piramitin %80’e yakını ağırlıklı olarak karbonhidrat kaynağı besinlerden oluşmakta olduğunu görüyoruz.

Daha önceki yazımda anlattığım gibi karbonhidratlar hızlı enerji kaynağıdır yani hareket ettiğinizde kullanılan bir enerji türüdür.
.
Vücutta limitli bir miktar karbonhidrat deposu bulunur, bu deponun adı glikojen’dir.
.
Hareket ettiğinizde bu depolar boşalır ve siz karbonhidrat içeren bir besin yiyerek tekrar bu depoları doldurursunuz.

Fakat günümüz dünyasında çok az kişi glikojen depolarını boşaltacak kadar hareket ediyor.
.
Hareket etmeyen ve glikojen depoları sürekli dolu olan bireylerin hücreleri normal şartlar altında (dinlenik durumda) enerji olarak yağ yakacakken karbonhidrattan kurtulabilmek adına, karbonhidrat yakmaya başlıyor.
.
Hücrelere fazla gelen karbonhidrat ise yağ depolarına doğru yola çıkıyor ve yağ olarak depolanıyor. Bu da bireylere fazla kilo olarak geri dönüyor.

Fazla kilonun dışında ise aşırı karbonhidrat tüketiminin neden olduğu başka şeyler de var…

Hücreler, ortamda sürekli karbonhidrat yani şeker bulunduğu durumda, yağ yakması gereken fizyolojik şartlar altında da enerji olarak karbonhidratı kullanmaya adapte olur.
.
Çünkü karbonhidrat hızlı enerji sağlar ve ortamda karbonhidrattan gelen enerji varsa hücre hep enerji için yağ yerine karbonhidratı tercih eder.
.
Enerji sisteminde beslenme nedeniyle olan değişim ise zamanla başta insülin direnci olmak üzere diyabet, yüksek tansiyon, kalp hastalıkları ve Alzheimer gibi sinirsel hastalıkla ilişkilendiriliyor. (6,7,8,9)

Görüldüğü üzere fazla karbonhidrat tüketimi hareketsiz bir toplum için felaket senaryosu niteliğinde.





Tahıl grubu besinler, halkının alım gücü zayıf olan ülkelerde ucuz ve ulaşılabilir olması nedeniyle beslenmenin temelini oluşturur ve bu çoğu ülkede gelenekselleşmiş durumda.
.
Türkiye’de bunlardan bir tanesi.
.
Tahıl grubunun ülkemizdeki baş temsilcileriyse ekmek, pilav, makarna ve unlu mamüller.

Tabii ki hayatta kalma çabası gösteren bir kişiye “fazla karbonhidrat tüketme, 30 sene sonra Alzheimer olabilirsin” demek çok mantıklı bir fikir değil çünkü kişinin o anda hayatta kalması için belli bir miktar enerjiye ihtiyacı var ve alım gücü neye yetiyorsa onunla beslenebiliyor.
.
Bu da ülkemizde tahıl grubu bir besin oluyor, genellikle ekmek. Ekmek ucuz ve kalori anlamında yoğun bir gıdadır yani hayatta kalmak için gerekli olan enerjiyi bize kolayca verir.

Bu durumda şöyle söyleyebiliriz: Bilgi edinmek ve zamanı geldiğinde bilgiyi uygulayabilecek şartları oluşturmaya çalışmak çok önemli.

Amacım aslında sizleri bu hayati bilgilerden haberdar etmek ve uygun olan ilk fırsatta uygulamaya geçmeniz gerektiğini hatırlatmak…
.
Doğru bilgi bize, geleceğimize yön vermeli. Şu an belki sadece bilmekle yetinebiliriz ama bilgiyi uygulayacağımız şartlar oluştuğunda ne yapacağımızı, nasıl besleneceğimizi bilmek de çok önemlidir.

Karbonhidrat tüketimi bana kalırsa, tamamen kişisel olarak ayarlanmalı ve burada göz önünde bulundurulması gereken faktörler; kişinin hayat düzeni ve fiziksel aktivite seviyesi olmalı.

Bu satırları okuduktan sonra “Karbonhidrata hiç mi ihtiyacımız yok?” diye düşünebilirsiniz. Karbonhidrata ihtiyacınız var fakat bu miktar düşündüğünüzden çok daha az.
.
Hele ki bir de fiziksel aktivite yapmıyorsanız.





Amerikadan bu kadar bahsettik, peki ülkemizde obezite ne durumda? Çok fazla dile getirilmese de maalesef ülkemizin de fazla kilolarla başı dertte.

Türkiye’de fazla kilolu oranı % 34.6, obez olanların oranı ise % 30.3, yani nüfusun %64.9’unun fazla kilolarla başı dertte. (10)

Toplum sağlığı düşünülürken birçok farklı faktör göz önünde bulundurulur. Bu faktörlerden en büyüğü de alım gücüdür.
.
Tahıl grubu oldukça ucuz ve ulaşılabilir olduğu için, her daim toplumsal beslenme planlarında yerini almaya devam edecek kuşkusuz fakat bunun nedeni tahılların yer yüzündeki en sağlıklı besin olması değil, ucuz, ulaşılabilir ve doyurucu olması.
.
Bu noktayı aklımızda tutmakta yarar var.





Beslenmede yağ ve karbonhidratlar arasında tahtravalliye benzer bir denge vardır, biri artınca diğeri azalır. 1980’den beri geçtiğimiz 35 yıl içerisinde yağ korkusundan kaynaklanan aşırı karbonhidrat tüketiminin nelere mal olduğu oldukça açık. Günümüzde artık yağların ve besinlerdeki kolesterolun masum olduğu biliniyor. Tabii ki bu demek değil ki her gün kızartma tüketin.

Televizyonda ya da gazetelerde her gün yeşil yapraklı sebze yiyin ya da çiğ badem tüketin diye bir reklam gördünüz mü? Demeye çalıştığım şu ki, doğal ve sağlıklı besinler sizin için en sağlıklı tercih olmasına rağmen, bu zamana kadar kimse sizi bunları tüketmenize yönelik teşvik etmedi ve etmeyecek. Bu noktada pazarlama kampanyalarına kanmadan, doğruyu görebilmek biraz da kişinin kendine kalıyor.

Akdeniz tarzı beslenme, çalışmalarda defalarca en sağlıklı beslenme şekli olarak gösterilmesine karşın “En ideal, en sağlıklı beslenme biçimi Akdeniz tarzı beslenme, hadi herkes bu şekilde  beslensin!” diye bas bas bağırılmamasının başlıca nedeninin gıda endüstrisi olduğunu düşünüyorum şahsen.
.
En nihayetinde herkes taze sebze, meyve, kuruyemiş, zeytinyağı, ve kaliteli yumurta, peynir, et, balık gibi şeyler tüketmeye başlasa kim alacak o diyet bisküvileri, değil mi? :)



Referanslar

1) Center for Disease Control and Prevention. Facts About Obesity in the United States [Internet]. 1st ed. 2011 [cited 2015 Apr 20]. Available from: 1) http://www.cdc.gov/pdf/facts_about_obesity_in_the_united_states.pdf

2) Ogden C, Carroll M, Kit B, Flegal K. Prevalence of Childhood and Adult Obesity in the United States, 2011–2012. Survey of Anesthesiology 2014;58:206.

3) Cdc.gov. CDC Media Relations – Press Release: October 22, 2010 [Internet]. 2010 [cited 2015 Apr 20];Available from: http://www.cdc.gov/media/pressrel/2010/r101022.html

4) Hu F, Manson J, Stampfer M, Colditz G, Liu S, Solomon C et al. Diet, Lifestyle, and the Risk of Type 2 Diabetes Mellitus in Women. New England Journal of Medicine 2001;345:790-797.

5) Heart.org. Overweight in Children [Internet]. 2015 [cited 2014 Apr 20]; Available from: http://www.heart.org/HEARTORG/GettingHealthy/Overweight-in-Children_UCM_304054_Article.jsp

6) Agius L. High-Carbohydrate Diets Induce Hepatic Insulin Resistance to Protect the Liver From Substrate Overload. Biochemical Pharmacology 2013;85:306-312.

7) J Jeppesen, P Schaaf, C Jones, M Y Zhou, Y D Chen, and G M Reaven. Effects of Low-Fat, High-Carbohydrate Diets on Risk Factors for Ischemic Heart Disease in Postmenopausal Women. The American Journal of Clinical Nutrition 1997;65:1027-1033.

8) Seneff S, Wainwright G, Mascitelli L. Nutrition and Alzheimer’s disease: The Detrimental Role of a High Carbohydrate Diet. European Journal of Internal Medicine 2011;22:134-140.

9) DiNicolantonio J, Lucan S. The Wrong White Crystals: Not Salt But Sugar as Aetiological in Hypertension and Cardiometabolic Disease. Open Heart 2014;1:167-167.

10) TC Sağlık Bakanlığı, Hacettepe Üniversitesi. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması 2010 [Internet]. 2014 [cited 2015 Apr 20]. Available from: http://www.sagem.gov.tr/TBSA_Beslenme_Yayini.pdf

11) Georgousopoulou E, Pitsavos C, Panagiotakos D, Chrysohoou C, Skoumas I, Chatzigeorgiou M Adherence to Mediterranean is the Most Important Protector Against the Development of Fatal and Non-Fatal Cardiovascular Event: 10-Year Follow-Up (2002-12) of the Attica Study. Journal of the American College of Cardiology 2015;65:1449.

Genel: Antonio J, Kalman D, Stout J. Essentials of Sports Nutrition and Supplements. New Jersey: Humana Press; 2008

Genel: Bowden J, Sinatra S. The Great Cholesterol Myth. Beverly, MA: Fair Winds Press; 2012.


2. Beyin bağırsaklarımız ve probiyotiklerin önemi

ZORUNLU BİR AÇIKLAMA !....
.Probiotikler artık Türkiyenin gündemi girdi..
.Bağırsakların 2. beyin olduğu sık sık konuşuluyor
.Mikrobiyotanın bakterilerden oluşan bir organ olduğuda anlaşılıyor artık.
:Mikrobiyotada 100 Trilyon probiotik bakteri olursa sağlıklı olduğumuzun,sindirim sistemimizin düzenli çalıştığının, bağışıklık sistemimizin güçlü olduğunun bilincine vardık.
:
ANCAK ..!!!!!!!
Probiotikler konusunda detaylı ve derinlemesine bilgi sahibi olunmayınca probiotikler hakkında konuşulmaya başlandığında çok ciddi hatalarıda gözlemliyoruz.
:
Hele bunları söyleyenler isimlerinin önünde akademik bir ünvan taşıyorlarsa ,onlara karşı sarsılmaz bir inanç ile ,yanlış bilgilerde olsa doğru kabul ediliyor .
:
İddia olarak veya bir düşünce olarak ortaya sürülen açıklamalar bir bilimsel dayanağa değil ,genellikle subjektif bilgilere dayanmaktadır.
:
Üyelerimizin bize ilettiği bir kaç konuda açıklama yapmak istiyorum .
:
FAZLA PROBİOTİK ZARAR VERİR,SİBOYA YOL AÇAR.
Probiotikler fazla alınmamalı ,Fazla alınırsa zararlı olurlar .
Fazla probiotikler SİBO ya neden olurlar.
:
PROBİOTİKLER HEMEN ÖLÜR
Probiotik gıdalar markette soğuk zincirde  yani +4 derecede saklanmalı+4 derece sıcalık yükselirse hemen  probiotikler ölür  .Raftan market arabasına konulan bir probiotik gıdadaki probiotikler kasaya gelene kadar hemen ölür.
Arabaya koyup eve gelene kadar hiç bir probiotik kalmaz.
.
Daha çok saçma sapan bir çok ileri sürülen görüş var ama şimdilik bu iki sav üzerine düşüncelerimi açıklayayım.
:
.
.

SİBO NEDİR ?
SİBO nasıl oluşur?
İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Atilla Bektaş'ın yazısından alıntı yapalım.
.....................................................
SİBO, bağırsak dengesi bozulduğunda, normalde şartlarda bağırsakta bulunan bakterilerle birlikte, özellikle fırsatçı ve zararlı bakterilerin de ince bağırsakta kontrolsüz şekilde çoğalması sonucu ortaya çıkan bir durum olduğunu ifade eden Dr. Bektaş, "Hastalığın toplumda görülme sıklığı belirsiz olup; genellikle çok miktarda şeker, işlenmiş gıda ve fazla alkol tüketen kişilerde ve bazı özel durumlarda daha çok görülmektedir. Bu tarz yiyecekler, bağırsaktaki bakterileri besleyerek gaz ve şişkinliğe sebep olduğundan beslenmeden çıkarılmalıdır. Aşırı çoğalan bakteriler safra asitlerinin yapımını engeller, böylelikle yağ emilimi de bozulur ve ishal görülür. Aşırı çoğalan bakteriler B vitamini gibi bazı vitamin ve mineralleri tüketerek vücutta vitamin ve mineral eksikliğine yol açar. Bunun sonucunda kilo kaybı, kansızlık hatta kemik erimesi ortaya çıkmaktadır. SİBO, karında şişkinlik, gaz ve ishal/kabızlık ile seyreden ‘Huzursuz bağırsak sendromu’ ile örtüşür, sık birliktelik gösterir ve oluşumunda da rol oynayabilmektedir. Özellikle bağırsakta sayıları artan istenmeyen fırsatçı ve zararlı bu bakteriler, ortama toksin salarak bağırsak duvarına zarar verebilir. Bu durumun devam etmesi halinde 'Sızdıran Bağırsak Sendromu' denilen daha ciddi hastalık tablolarına neden olabilmektedir’’ dedi.
:.....................................................
.

Bağırsak florası yani mikrobiyota dediğimiz organ bakterilerden oluşur demiştik.
Bu bakterilerin yüzdesel oranları
Yararlı probiotik bakteriler % 85
Zararlı patojen bakteriler   % 15
.
Yani tam bu denge ile sağlıklı bir flora dengesi oluşur .
Yazıda ''tırnak içinde bakteri kelimesi '' zararlı veya yararlı diye ayırım olmaz ise ,okuyanlar yanılsamaya başlarlar .
Yazıda belirtilen temel konu :fırsatçı ve zararlı bakterilerin de ince bağırsakta kontrolsüz şekilde çoğalması ....söz konusu olan .
Bu zararlı bakteriler ; yanlış beslenme sonucu şeker ,işlenmiş gıda ,alkol ile beslenerek ....gaz ve şişkinliğe sebep olurlar :
Bu aşırı çoğalan bakteriler safra asitlerinin yapımını engellerler.Safra tuzları yeterince salgılanmaz ise yağlar sentezlenmez,yağ emilimi bozulur ve ishal başlar::
Zararlı bakteriler çoğalırsa ,vitamin ve mineralleri tüketerek ,vitamin ve mineral eksikliğine yol açarlar
:
Bunun sonucu kilo kaybı,kansızlık,gaz,,ishal,kabızlık ile seyreden Huzursuz Bağırsak Sendromu ile örtüşür.
Bu fırsatçı ve zararlı bakteriler ,bağırsak ortamına toksin salarak bağırsak duvarına zarar verir.
..
Şimdi eğer yazıda söz edilen :::yararlı yani probiotik bakteriler ile ....zararlı yani patojen bakteri ayırımı yapılmaz ise .....doğrudan bakteriler denilirse,bakteri denince de sadece probiotik bakteriler anlaşılır ise ..bunun adı tamamen çok ciddi bir hata olur.
Eğer bunu bir Dr. ünvanlı birisi söylüyorsa çok vahimdir.
:
Biz de sürekli probiotikler bağırsaklara bol miktarda ve çeşitte alınmalıdır dediğimiz bazı sığ bakış açısı ile ..işte bu adam ticari düşünüyor ,onun için ha bire bol bol bakteri alın diyor ..yanılgısına çok kolay düşerler
Bunun adı tamamen bir cehalettir.
Peki.
Fazla probiotik bakteri alınırsa zarar verir mi ?
1. Probiotikler İLAÇ değil :Fazlası zarar verecek bir konsepte değildirler.Yan etkiler ilaçta olur ,probiotik gıdaların yan etkisi olmaz.
2. Probiotikler yarışmacı bir karaktere sahiptirler.Patojenelrden daha hızlı bir şekilde bağırsak dokularına tutunurlar ve kolonize olurlar.
Patojenlere bağırsak dokularında tutunacak 1 mikron dahi yer bırakmazlar .Eğer probiotikler azalırsa o zaman patojenler gider o boşluk olan dokuya tutunurlar.
3.  Fazla olan probiotikler ne olur ?
Çok basit ,dışkı ile dışarı giderler.
Bu basit olan bile karmakarışık bir mantık ile anlaşılmıyor ise çok ciddi vahim bir zeka sorunu ortaya çıakr.
:
Gelelim marketteki raftan market arabasına alındığında probiotikler hemen ölürler mi?
Probiotikler genel olarak ikiye ayrılırlar
1. Termofilik bakteriler  ,aktifleşme dereceleri 45 derecedir
2. Mezofilik bakteriler ,aktifleşme dereceleri 30 derecedir.
Bu probiotik bakterilerin etkinliklerin azalması ve ölmeleri 55 ile 65 derecelerinden sonra başlar.
Yani +4 derecedeki bir probiotik gıda ürünündeki sıcaklık market arabasında veya eve giderken birden 55 -65 dereceye gelmez.
Tabi bunu öne süren prof. dr. hemen ardından şunu söylüyorsa düşündürücüdür.
O yüzden probiotik gıda tüketmeyin ,en iyisi eczaneden probiotik kapsül alın ..
diyorsa onuda açalım ..
Probiotik gıdayı evde mayaladınız ,buzdolabında +4 derecede
Mutfak tezgahına koydunuz hemen probiotikler öldü ...bu görüşe göre..
....yani boşuna uğraştınız o kadar probiotik yoğurt ,probiotik turşu yapmaya ..
yani probiotik gıda ile uğraşmayın ...demeye getiriyor..

:
Ama hiç kimse şunu sormuyor tabi.
Eczanedeki probiotik kapsüller kaç derecede saklanıyor
Eczanede +4 derecedelerde mi saklanıyor ?
Hayır !.
Ortalama sıcaklık 20-30 derece arasında:
Bariyerli ambalaj ile probiotik bakterielr elbette korunmuş olacaktır ve paket içinde veya kapsül içinde probiotik bakterinin sıcaklığı ortalama 10 derece olacaktır :
Yani eczanede ölmüyorsa ,markette raftan alınıp market arabasına konulduğunda hiç ölmez.
Evde buzdolabından çıkarıp mutfak tezgahına çıkarıldığında da hiç ölmez
::
.